TÜRKÇE DERSİ ÖĞRETMENLİĞİ VE TAŞRA
|Değerli öğretim üyeleri ve geleceğimizi ışıtacak değerli meslektaşlarım, ben şimdiden sizleri öğretmen olarak gördüğüm için sizlere meslektaşlarım demek istedim.
En önce bu etkinliği düzenleyen, sizlerle buluşmamızı, söyleşmemizi sağlayan başta değerli Orhan Özdemir’e ve Almula’ya olmak üzere herkese yürekten teşekkürler.
Yeniden dünyaya gelsem yine öğretmen olurdum. Öğretmenlik bir sevgi ve özveri işidir. Bu mesleği sevmeden yapan öğretmenlerimizin öğrencilere, gençlerimize nasıl kötü örnek olduğunu çevremizden, öğrencilik yaşantımızdan biliriz.
Değerli arkadaşlar, sizler derslerinizde değerli öğretim üyelerimizden Türkçe dersi öğretiminin yöntem ve kuramlarını zaten öğreniyorsunuz. Ben sizlere öğretmenlik yaşamımdan bazı kesitlerle söyleşmek istiyorum.
Gülnar’a gelişimdeki karşılaştıklarım.
Hammaddemiz insan. Biz onu, anadiliyle yoğurup bireysel yetilerini kazanmasına yardımcı olacağız. Türkçe dersi öğrencilerin en özgür oldukları, duygu, düşünce, özlem, dilek ve imgelerini rahatlıkla dile getirebildikleri bir derstir. Sözcük hazinesi gelişimi, sesteş, karşıt, mecaz anlamlı sözcüklerle, deyim, terim, atasözü, kullanarak, kullandırarak anadilimiz ile gizemli yolculuklara çıkarabiliriz onları. Günümüzün testli sınavlarına alışmış öğrencinin anlatmak istediklerini anlatmasına, yardımcı olabiliriz. Gerek sözlü gerekse yazılı anlatım ile rehberlik öğretmeni kadar yakın olabiliriz onlara. Konuşurken ya da yazarken kendini, sorunlarını, düşlerini size anlatacaktır. Hem ders saatimiz fazla; hem de sözlü ve yazılı anlatımla bize kendini anlatıp ele verecektir öğrencimiz.
Özellikle 6. sınıfta bu, çok daha safça, yapmacıksız olur. 7. 8. sınıflarda, ergenlik çağı ve çevrenin etkisiyle öğrencilerde çocukluk döneminin saflığı, katışıksızlığı yavaş yavaş azalmaya başlar. Anlatırken ya da yazarken gündelik dili, yöresel dili kullanacaktır kuşkusuz. Biz de hemen onun bu yanlışını gidermek için yazım kılavuzu ve sözlük çalışması yaptırmalıyız. İlk zamanlar sözlük ve yazım kılavuzu kullanmayı bilmeyecekler, zorlarına gidecek. Bu kaynaklardan sözcük bulma yarışması düzenlemeli hemen. Bakın nasıl coşup yarış edecekler. Bazı sözcükleri kâğıt, laboratuvar gibi kolaylıkla söyleyemeyecekler, yazamayacaklar. Onlara sınıfta birkaç kez yineletip olmazsa evde sesli olarak söylemelerini düzeltene değin çalışmalarını ödev vermeli. Ertesi gün gelişme olup olmadığına bakılmalı. Düzelmişse aferinler, ya da küçük ödüller gelmeli ardından.
İlköğretimde ödev olmaz verilmemeli dense de ödevsiz olmaz ama öğrencilerin yaş ve ilgilerine göre ayarlamalı onu da. Ödev denetimi de gerekir. Verilen ödev birkaç kez denetlenmezse; yapan öğrenciler bile artık yapmamaya başlar.
Bir şiir, öykü, anı okunarak derse bir başlangıç yapılabilir örneğin. Elimizdeki kitabı ve yazarını göstererek, adını okuyarak belirtmeli. Bazen öykünün yarısında bırakmalı, sonucunu onların yazmaları istenmeli. Derse zaman zaman değişik yazarların kitaplarını getirip göstermeli, elimizde ya da masamızda durması, kısaca söz etmemiz bile yererli.
Dilbilgisi çalışmalarının sıkıcılığını, sıralar arası yarışmayla giderebilirsiniz. Hatta bir problem çözer gibi oyunlarla da yapılabilir bu.
Sınıf kitaplığı oluşturulabilir. İlk zamanlar, okul kütüphanesinden ya da ilçe, il kütüphanesinden yararlanmayı bilmedikleri için oralara gitmek istemeyeceklerdir. Bir gün ders gezisi düzenleyip siz götürün, buralar ile ilgili yabancılığı atmaların sağlayın. Ayda bir kitap okuma ödevi verin. Özet çıkarma alışkanlığı kazanmalarına yardımcı olursunuz. Okuduklarını bir deftere not almalarını önerebilirsiniz.
Defterlerinde, yazma çalışmalarında, tahtada yaptıkları yazım yanlışlarını hemen düzeltin, doğrusunu yazdırın. Yazılı kâğıtlarındaki yanlışları görmesine izin verin. Değilse aynı yanlışı yineleyecektir.
Sınavda yüksek not alanlara küçük bir ödül verilirse; örneğin milli eğitim bakanlığı ya da kültür bakanlığı yayınevlerinin kitapları piyasaya göre oldukça ucuz, başarıyı kamçılar.
Yeni yayınları, teknolojik gelişmeleri izlemeli, her yıl üniversiteyi henüz bitirmiş bir genç öğretmen gibi kendimizi yenilemeliyiz.
Veliler ile işbirliği içinde olmalıyız.
Her öğrenci bir değerdir. En başarısız öğrencimize bile bir şeyler öğretmek, bir davranışı, güzel bir beceriyi kazandırmak için çalışmalıyız.
Aylığıma göre çalışırım mantığı öğretmenlik mesleğinde geçerli olamaz. Böyle düşünenler yol yakınken başka iş yapmalı bana göre. Bize emanet edilenler, ülkemizin geleceği. Onlara bilgi öğreterek gelişmelerini sağlamak görevimiz. Özlük haklarımızı, iş koşullarımız ile ilgili sorunlarımızı, yasal zeminde sendikalarımız ile çözmeli, acısını öğrencilerimizden çıkarmamalıyız. Hepimiz bu ülkeye borçluyuz. Bu güzel üniversitede eğitim öğretim görüyoruz, aldıklarımızı vermek, iletmek ödevimiz.
Ayrıca öğretmenlik zamanla yarışılan bir meslektir.. Biraz sonra geç olabilir. Öğretmenler odasının tatlı sohbeti çekici gelebilir ama kırk dakikanın hakkını vermek, az ya da çok aylığımızı hak etmek, gönül borcumuz olmalı.
İki gün sonra 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Ben tüm bayanların bu özel gününü de kutlamak istiyorum. Erkeklerin de bu günü önemsemelerini bu günün derin anlamını algılamalarını dilerim.
DİL
İnsanlara özgü, insanlar arasındaki anlaşmayı konuşma yoluyla gerçekleştiren doğal bir araç, kökleri karanlık dönemlere dayanan bir dizge, kendine özgü kuralları bulunan, gelişimi, değişimi bu kurallara göre işleyen canlı bir varlık seslerden örülmüş sosyal bir yapıdır.
İşitme organımıza bağlı olan dil, beynimizdeki karmaşık işlemlerden sonra belli toplumların anlaşma aracı olur. Bu dilin psikolojik özelliğidir.
1930’lu yıllarda günaydın ve tünaydın sözcükleri kullanılmaya başlandığı halde tünaydın halk arasında tutulmadığı için, kısa ömürlü olmuştur.
Dil doğal bir yapıya sahiptir. Canlıdır. Doğar, değişir, gelişir ve bir zaman sonra ölür.
Her canlı gibi dilin de kuralları vardır, bu kurallar içinde yaşamını sürdürür. Bu da dilin doğal niteliğidir.
Dil, sosyal bir kuruluştur. İnsan topluluklarını uluslaştıran, ulusun bireylerini birbirine kenetleyen en güçlü bağdır. Bu da onun sosyal niteliğidir.
Cumhuriyetten sonra dille uğraşanlar, anadilin anadan öğrenildiğini, çevreden kazanıldığını ileri sürerek okullarda bu dersin okutulmasının gereksiz olduğunu söylerler. Bu nedenle ülkemizde dilbilgisi dersi okullarımızda okutulmaz.
1940 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, ülkemizde Türkiye’de görev yapan Alman Profesörü Nöymark’a, Türk gençlerini nasıl bulduğunu sorar. O da “Türk gençleri, çalışkan, bulucu; fakat mantıklı düşünceden yoksun. Mantıklı düşünmenin temeli ise, ‘matematik’ ve ‘gramer’dir.” der.
Not: 2007 Mart Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Böl. Konuşma metni.