SANAT VE ÖZGÜRLÜK
|E. Fisher sanatçıyı, “ Yaşantıyı yakalalayıp bellekte tutan, belleği anlatıma, gereçleri biçime dönüştüren kişi,” olarak tanımlar. Bundan hareketle sanatçının yapıtında kullanacağı malzeme, insanların doğa ve toplum ilişkileriyle örüntülenir. Bu malzemelerin seçilip değerlendirilmesinde, estetiksel bir yapıya dönüştürülmesinde ise sanatçı duyarlığı ve yetisi gerekir. Bu da, sanatçının ancak özgür olmasıyla sağlanabilir.
Bana göre sanatçı, dünyaya eleştirel yaklaşan, özgürlük duygusunu yapıtlarına aktaran, insanların, toplumun özgürleşmesini sağlayan insandır. Onu diğer insanlardan ayıran, ona sanatçı kimliği kazandıran da bu özelliğidir. Sanatçı, baskı ve tehdit ortamlarını kabul edemez. Her türlü otoriteye karşı çıkar. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana sanatçılar, toplumun öncü karıncalarıdırlar. Onlar, yaratılarıyla toplumun değişim ve dönüşümüne katkı sağlarlar. İnsanların, özgür birey olması için çalışıp çabalarlar. Bunun sonucunda, sanatla buluşan kitleler özgürlüğü önemseyen, olaylara nesnel ve eleştirel bakan toplumsal bir yapıya evrilip dönüşürler.
Kapalı toplumlar, sanat damarının dumura uğradığı zamanlarda ortaya çıkarlar. Sanat yoksunluğu, toplumdaki şiddet ve terör eğilimini besler. Ülkemizdeki kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının, trafik terörünün, eleştiriye katalanamayan, öfkeli bir toplum olmanın ana nedenlerinden biri ekonomi ise bir diğeri sanatın toplumsal yaşamdan dışlanmış olamasıdır. Bugün, 21 ilimizde sinema salonu bulunmamaktadır. Kütüphane, Kültür-sant evlerinden çok kahvehane vardır. Doğu ve Güneydoğu bölgemize tiyatro, sinema, opera-bale ve senfoni orkestrasının sihirli eli dokunmamıştır. Bunlar sağlansa toplumun algısı nasıl değişir, farklılaşırdı!..
Muhsin Ertuğrul bir yazısında, “Bir toplumun kültür ölçüsü tiyatrolardır. İnsanlığı onunla ölçülür. Adama insanlık duygusu orada aşılanır. Oturmayı, kalkmayı, dinlemeyi, anlamayı, inceliği, birbirimizi sevmeyi orada öğerniriz,” diyerek kanayan bir yaramıza parmak basmış, bunun yanı sıra, “2. Dünya Savaşı sonrasında Almanlar yakılıp yıkılan şehirlerde hastaneden, üniversiteden, tapınaktan, okuldan, evden önce on beş yılda tam yüz yeni tiyatro yaptılar,” örneklemesiyle, bizlere yol göstermiştir.
Tiyatro gibi, toplumu derinden etkileyip olumlu yönde değiştiren, dönüştüren, özgürleştiren edebiyat, resim, müzik, yontu, mimari, sinema gibi diğer sanat dallarını da eklediğimizde ülkemizdeki özgürlük havasını düşünelim!
Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işletilmiyor, işletilemiyorsa orada sanatçının, sanatın özgürlüğünden söz edebilir mi? Kitapların suçlanıp yargılandığı, ‘Sanatın içine tükürüldüğü’, heykellerin ‘Ucube’ sayıldığı, Ömer Hayyam’ın şiirini okuyan bir sanatçının ‘hedef tahtasına’ oturtulup linç edildiği bir ülkede ‘Özgürlük’ kavramı ne anlama gelir?
Bir ülkede sanatçı, yazar, şair, ‘İçindeki savcı’ nedeniyle söyleyeceklerini ifade etmekten korkuyor, kendi sansürüyle boğuşuyorsa, o sanatçı toplumu özgürleştirme görevini yerine getirip özgürlüğün bilincinde ‘yeni insanı’ var edebilir mi? Ama öte yandan insanlık tarihi, Hitler, Mussolini örneği baskıcı yöneticileri dikdatör olarak, Pir Sultan, Nazım Hikmet gibi şairleri ise özgürlük simgesi olarak anmaktadır. Bunu da sağlayan en başta sanatçılardır. Tüm baskılara inat, onlar toplumun simurglarıdır, öyle olacaklardır… (8. Uluslararası Çukurova Sanat Günleri Gazetesinde 2014 yayımlanan yazı, s: 1-9)