Hoş geldiniz,
Çocukluğumdan beri içimdeki merak dürtüsünü gidermek için çalıştım. Örneğin, bir dağ görmüşsem onun ardını, doruğunu; deniz görmüşsem karşı kıyısını merak etmişimdir. Oldum olası aklıma takılanları araştırırım. Günlük yaşantımda, yaptığım işlerde de olasılıkları hep önceden düşünme alışkanlığım, hayale çok az yer veren gerçekçi bir yapım var. Bu nedenle somut verileri araştırmayı, nedenleri ve niçinleri bulmayı severim. En küçük bir olasılığı gidermek için pek çok veriye ulaşmaya çalışırım. Sabırla gözler, inceler, araştırır sonuca ulaşınca mutluluk denizinde yüzerim.
Öğretmen oluşumdandır belki; çocuk, kadın, eğitim, Türkçemiz, Atatürk ve bağımsızlığımız konularında hep duyarlıyımdır. 1990’lı yıllarda bu konulardaki gözlemlerimi aktardığım arkadaşlarımın anlattıklarımı çok ilginç bulması, beni yazmaya yönlendirdi. Derken ilk yazdıklarım meslek dergimiz, ‘Öğretmen Dünyası’ ve ‘abece’de yayımlandığında okuyanlardan olumlu tepkiler alınca yüreklendim ve yazmayı sürdürdüm. 2005 yılında yayımlanan ikinci kitabım ‘Hayatın Halleri’ bu yazılarımın seçkilerinden oluştu.
Eşimin memleketi olan Gülnar’da çok uzun yıllar yaşayışımız, araştırmalarımın temel kaynağını oluşturdu kuşkusuz. Gülnar’ı, belde ve köylerini de içine alan ve yörenin tarih, kültür, folklor yapısını inceleyen çalışmalarımı, 2003 yılında yayımlanan ilk kitabım ‘Merv’den Anaypazarı’na Gülnar’ı okurlarıma sundum. Bu kitabımda yer alan “Sarım Gelin” adlı öykü TRT tarafından, Anadolu Hikâyeleri Programı kapsamında filme alındı ve gösterime sunuldu. Ardından, Gülnar üzerine çalışmalarımı, eşim Ali F. Bilir’le sürdürdüm ve birlikte hazırladığımız ‘Orta Asya’dan Toroslara Gülnar’ kitabımız 2007’de yayımlandı. Bu yörede yaşayan Yörüklerin anadilimizi korurcasına arı Türkçe konuşmaları hep ilgimi çekmişti. Derken, Gülnar ağzını (Gülnarcayı) kapsayan bir dosya oluşturdum.
Gülnar Meslek Yüksekokulu’nda okutmanlık yaptığım 1995-2005 yılları arasında, yüksek okul kapsamında yayımladığımız ve öğrencilerimin yazılarıyla beslenen ‘Anlam’ adlı bültenin yayın yönetmenliğini yaptım.
Ayrıca 2002’de yaşama geçirilen Gülnar Buluşması ve Üzüm Elma Festivali tasarısının düşünce annesiyim. 2005 yılını da içine alan üç etkinliğin yürütme kurulunda olmaktan onur duydum.
Öğretmenlik yaptığım yıllarda, Ata’nın özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi anlayışını ve onun barışçı, halkçı, devrimci yanını anlatan şiir, anı ve anekdotlardan oluşan bir dosya hazırladım. Atatürk haftalarındaki etkinliklerde, ulusal bilincimizi diri tutmak amacıyla öğrencilerime bunlardan sunumlar yaptırdım. Bunlardan biri Urfa Kız İlköğretmen Okulu’nda öğretmenlerimin bize bir 10 Kasım’da yaptırdığı çalışmadır.
Genç yaşta trafik kazasında yitirdiğimiz Anamurlu şair Abdülkadir Bulut’u bütün yönleriyle tanıtan, eşim Ali F. Bilir’le yeni tamamladığımız kitap dosyamızın yakında yayımlanacağını umuyoruz.
“Ben kimim? Atalarım kim ya da kimler?” sorusunun yanıtını arıyorum yıllardır. Çekirdek aile oluşumuz, belki de beni geçmişin izlerini aramaya yöneltti. On yıldır tasarladığım, beş yıldır da iz sürdüğüm soyağacı çalışmamı sonlandırmak üzereyim. 1826 yılına değin uzandım, köklerime kavuştum sanki. Atalarımın kim olduğunu bilmek beni ayrıca mutlu etti. Türkiye’deki pek çok aile gibi benim atalarım da Kafkaslardan, Balkanlardan Anadolu’ya göç etmiş. Anadolu’muzun kurtuluşu, bağımsızlığımız için Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’na katılmış. Atalarımdan esir olan, şehit düşen, gidip dönmeyenler var. Bu araştırmadan yola çıkarak ‘Savaşın Savurdukları’ adıyla bir kitap yazıyorum.
İzin verirseniz, yaşamı biriktiren, anlatan ve geçmişi bu güne taşıyan, adeta yaşam bağımı güçlendiren çalışmalarımdan söz edeyim biraz da. Kullanılmış birçok objeyi saklama alışkanlığım var. Bu sanki iç sesimin göstergesi, belki de tarihi yapıları gezerken içimi bir hüzün kaplaması bundandır. Onları yaptıranı anımsarız da yapan elleri, alınteri döken ve emek çekenleri bilmeyiz. Müzelerdeki geçmiş uygarlıkların kullandığı eşya ve giysiler hep ilgimi çeker. Bunları kimlerin kullandığını düşünmeye başlarım. Mutluluklarının, kederlerinin, izlerini bulmaya çalışırım. Öyle ya, müzedeki eşyalar, bunların en canlı tanığı değil midir?
Gülnar’da geçmiş kültürleri yansıtan böylesi eşyaları yıllardır satın alarak topladım. Kilim, heybe ve dokumalar, özel giysiler, bakır, tahta, toprak mutfak gereçleri, tarım araçları… Hayallerimden biri de biriktirdiğim bu eşyaların önü bahçeli, bağ ve meyve ağaçları olan, yöresel yemek ve tatların sunulduğu özgün bir “Gülnar Evi”nde sergilenmesi… Çocuklar, özellikle tatil için ilçeye gelen çocuklar, burada atalarının geçmişine kısa bir yolculuk yapsın, büyüklerinin anılarını daha iyi algılasınlar isterim.
Bir de koleksiyon tutkum var benim. Düğme, kalem, pul, para… Düğmeler… Annemin terziliği sırasında bir kutu dolusu kullanılmış düğme içinden, diktiği giysilere düğme arayışı, çocuk dünyamı, hayallerimi zenginleştirirdi. İleriki yıllarda kullanılmış düğme biriktirmeyi sürdürdüm. Bir düğme deyip geçmemeli. Gelinlik düğmesi, şehit askerin üniforma düğmesi, önlük düğmesi… Şimdi onlarla ilgili tasarımı nasıl değerlendireceğim konusunda çalışıyorum. Kalemleri ise uygarlığın sembolü olarak düşünürüm. Barış antlaşmaları, borç senetleri, diplomalar, ölüm belgeleri, nikâhlar kalemle imzalanır, belgelenir. Kullanılmış tükenmez kalem biriktirirken kullanılmamış tükenmez kalemleri de yanlarına eklemeye başladık eşim Ali ile. Giderek zenginleşen bir koleksiyonumuz oldu.
Dilerseniz, artık sözü noktalayıp sitemde gezintiye başlayalım. Ne dersiniz?
F. Saadet Bilir