GÜNDÜZ ARTAN’A MEKTUP
|F. Saadet Bilir
İçel sanat Kulübü, Şubat 2006, Sayı: 141, Yıl: 17, Sayfa: 20-22
Değerli Öğretmenimiz Gündüz Artan,
İki yıl önce Orhan Özdemir ile Ali F. Bilir, “Gündüz Artan’a Armağan, Mersin’de Aydın Olmak” kitabını yayına hazırlama aşamasındayken bu kitap için ben de, 1960-62 yıllarında Gülnar Ortaokulu’nda Türkçe öğretmenliği ve müdürlüğü yapan Gündüz Artan’ı öğrencilerinin gözünden anlatmayı düşünmüştüm. Çünkü, Gülnar’da pek çok öğrenciniz, aradan geçen bunca yıldan sonra bile, sizden o denli övgü ve saygı ile söz ediyordu ki… İletişim kurduklarımdan, yüz yüze görüştüklerim, adınızı duyar duymaz; kendilerine bir çekidüzen veriyor; o günleri anımsamanın tatlı mutluluğuyla gözlerinin içi gülüyor ve başlıyorlardı, dün yaşanmış bir olayı anlatırmış gibi sizinle ilgili anılarını anlatmaya. Telefon ile ulaştıklarım da; seslerinde olağanüstü bir canlılık, coştukça coşuyorlardı. Öğretmenlerini, bu kısacık telefon görüşmesi ile anlatamayacaklarını söylediklerinde, duygu ve düşüncelerini yazıp bana göndermelerini önermiştim. Ardından ortaokul Türkçe öğretmenleri Gündüz Artan’ı anlatan sayfalar dolusu mektuplar gelmişti. Öğrencilerinizin anıları ışığında, hiçbirini dışarıda bırakmadan, kısa alıntılarla yukarda sözünü ettiğim kitaba bir yazı hazırlamıştım.
İleride, bu mektupların tamamının, Gündüz Artan’ı anlatan bir kitapta değerlendirilebileceğini umuyorum.
Sizin Gülnar’da neler yaptığınız ve yapmadığınızın göstergesi olan bu mektuplardan ikisinin olduğu gibi dergide yayımlanmasını düşündüm. Ülkemizin her geçen gün biraz daha karanlığa sürüklenmek istendiği, eğitimimizin sorun yumağı olduğu günümüzde; yapıcı, her sorunu akçe ile çözmeyi düşünmeyen, örnek, önder öğretmen yetiştirmeli diye diyorum. Toplumun aydınlığı için ışıtan öğretmenlere gereksinim duyuyoruz. Hepimizin yaşamında bizi biz yapan öğretmenler vardır…
Öğretmenliğiniz, eğiticiliğiniz, örnek kişiliğiniz, araştırıcılığınız, aydınlığınız ile burada Atatürkçü Gündüz Artanlar yetiştirdiğiniz için teşekkürler sevgili öğretmenim.
F. Saadet Bilir
1. Mektup
Sayın Saadet Bilir,
“Yıl 1960 eylül ayı. Ortaokula yeni başlıyoruz. İlk defa takım elbise dikildi. Kravat ve şapka da tamam. Müdürümüz Kemal Onur. Eşi de Türkçe öğretmenimiz. Kemal Onur Bey, beden eğitimi öğretmenimiz. Ama bir iki ay sonra tayin olup gittiler.
Yeni müdürümüz Gündüz Artan. Ben 1/B sınıfındayım. Numaram 341. Müdürümüz Türkçe öğretmeniymiş. Bize o yıl (1960-1961) derse girmedi. İbrahim Aydın (Gezendeli) Hocamızın evinde oturuyor. Bize yakın.
Müdürümüz çok disiplinli. Bütün öğretmenleri görevlendirdi. Hepimizin ev adreslerini aldı. Geceleri kontrol ediyorlar. Köyden gelenler çok. Nöbetçi öğretmenler geceleri evleri dolaşıyorlar, kimilerinin evlerine girip nasihat ediyorlar. Hatta, bir keresinde rahmetli Hulusi Türay Hocamız bana, “Tabii ki birdirbir oynarsınız, çalışmazsınız, böylece susar cevap veremezsin,” demişti. Bu kontroller Müdürümüz Gündüz Artan tarafından verilmişti onlara. O zamanlar Gülnar’da elektrik yok. Gaz lambası ve fener var. Köyden gelenlerin maddi durumlarını da görürlerdi.
O yılın (okul dönemi) birinci dönemi sonunda karneler verilecek, imtihanı geçecekler belirlenecek. O yıllarda teşekkür-takdir yoktu. Her sınıftan iki tane iftihara geçen belirlenirdi. Zayıfı olmayanlar arasından notu 7 ve yukarı olanları (5 kişiyi her öğretmen bildirirdi) listeye alırlar, en iyi iki kişiyi iftihara seçerlerdi. Ben de sınıfın en çalışkanıydım, ayrıca yaramazlık yapmazdım. Birinci dönem sonunda karne günü geldi çattı. Ben de heyecanlıyım. 11 dersimiz var, 7 dersim 7’den yukarıda. İftihara geçme heyecanı var. Müdürümüz Gündüz Artan, saat 10 gibi bütün sınıfları dışarıda topladı. Kısa bir konuşma yaparak başarılar diledi ve iftihara geçenleri açıklamaya başladı. Önce 1/A’dan başladı okumaya; “Birinci İlker Yıldız, ikinci Hasan Hüseyin Yassıbağ buraya çıksınlar,” dedi. Merdivenin başına yanına çağırmıştı. 1/A’dan hatırladığım Hakkı Burkut (Taşucu tarafında şimdi), Ertan Aydın (İbrahim Aydın Hocamızın oğlu), Ali Yılmaz( rahmetli İktisatçı) ve daha birkaç arkadaşın zayıfı yoktu. Ama İlker (mimar şimdi) ve H. Hüseyin daha başarılı olunca ilk iki sırayı aldı.
Sıra 1/B’de, “ 174 Yakup Pınar 4 puan alarak iftihara geçti,” dedi. O çıktı yukarı, “ 341 Mustafa Hıfzı Altun,” derken merdiveni yarıladım ki, “ Dur!” dedi. “7 puan almasına rağmen (yani 7 dersim 7’den yukarı) beden eğitimi kırık olduğu için iftihara geçememiştir,” dedi. 1/A’dan sadece iftihara geçenleri okumuştu, diğer zayıfı olanları okumamıştı. Beni ise beden eğitimi zayıf olduğu halde bastırarak okumuştu. Tepemden kaynar sular dökülmüştü sanki. Bütün diğer sınıflar, “off, olur mu, yazık!” gibi sözler söylemişti. Burada Gündüz Artan Hocamız, beden eğitimine zayıf verene içerlemişti ki; benim ismi özellikle okumuştu. Ben ise, o zaman çelimsiz, hareketli, tertipli, disiplinli bir öğrenci idim. Beden eğitiminden zayıf almam mümkün değildi. Bu derse bir ilkokul öğretmeni giriyordu. Sebeplerini yıllar sonra doktor olunca anladım. Müdürümüz, o öğretmenin öğrenci psikolojisine dikkat etmemesine içerlemişti.
Karneler dağıtıldıktan sonra etrafa bakmadan doğru eve gittim. Hiç kimseye cevap veremedim. Tuvalete girdim saatlerce ağladım.
Gündüz Artan Öğretmenimiz, davranışlarımıza çok dikkat ederdi. Dışarda da(çarşıda) okul kıyafeti ile dolaşmamızı söylerdi.
Dersine girsin girmesin herkesi numarası ile çağırırdı.
1961-1962 okul döneminde beni 2/A’ya aldı. Bizi yarıştırmak ve rekabet ortamına çekmek için.
Her pazartesi sabah, okul önünde sınıflar müdürümüzün önünden geçerdi. Saçı uzun olanları bir kenara ayırırdı Hizmetliler Süleyman Ağa ve Bekan’dı. Ellerinde makas olurdu. Sınıflar içeri girince onların saçından bir iki makas alınırdı. Öğrenci de mecburen berbere giderdi. Saç kesimi 25 kuruştu.
Bir seferinde beni de ayırdı. Ama ben yerin dibine geçmiştim, kızardım, utandım. Müdürümüzün bile yüzüne bakamadım. Bilirdi benim durumumu. Ama ayırım yapmadı.(Biz evde birader Hüsnü ve Mehmet ile birbirimizi tıraş ederdik. Makinemiz bozulmuştu.) Kendisi saçtan tutardı, hizmetli de makası atardı. Beni sona bıraktı, saçımdan tuttu, başımı biraz salladı, “Bir daha istemiyorum,” deyip saçımı kestirmeden sınıfa gönderdi.
Birinci sınıfta iftihara geçemediğimde beden eğitimi öğretmenine tepkisini göstermesi, 2. sınıfta saç yoklamasındaki müsamahası, benim hayatımda müspet yönde derin izler bırakmıştır. Hiç unutamıyorum. Bu yazıyı yazarken bile o anı yaşayarak yazıyorum.
1961-1962 döneminde Türkçe dersimize müdürümüz girdi. Çok şeyler öğrendik. İmlaya çok dikkat ederdi. Ben o günden beri aynı titizlikle dikkat ederim. Okumuş, yüksek tahsil yapmış nice insanlar tanıdım imlaya dikkat etmez, ben de onlara kızarım.
Mektup nasıl yazılır, telgraf nasıl çekilir, tebrik nasıl yazılır tatbiki olarak gösterirdi. Sınıfa girer, şimdi bir arkadaşınıza mektup yazın, tebrik kartı yazın derdi. Bir matbaadan kitap nasıl istenir tek tek gösterirdi.(Hatta ben o sırada hemen bir yayınevinden arıcılık ve tavukçuluk kitabı istemiştim. Okula kitap geldi. Benden para almamışlardı.) İş mektubu nasıl yazılır ondan öğrenmiştik.
Müdürümüz ve Türkçe öğretmenimizin imla disiplini hayatım boyunca devam etti. 1966’da Silifke Lisesi’ni bitirirken (fen bölümü olmama rağmen) bütün sınıflar içinde tek ben 9 almıştım kompozisyondan.
Bundan iki sene önce 30 Ağustos Gülnarlılar Buluşması’nda bana da davetiye gelmişti. Hocamız oradaymış Ben ise yurt dışındaydım. İzini bulmuştum artık. İçel Dergisi’ne aboneydim, oradan takip ediyordum.
Müdürümüz bize şubat tatilinde köye gittiğinizde, dedenizden, ninenizden sorun, yörenizin tekerlemesini, türküsünü, atasözünü, deyimini, oyunlarını, şakalarını, bilmecelerini yazıp getirin, demişti. Böylece Gülnar’ın ve çevresinin derlemesini yapmıştı.
İnşallah yakın bir zamanda müdürümüzü bulup görüşmek nasip olur. Bize hakkı çoktur.
Dr. Mustafa Hıfzı Altun
Röntgen Mütehassısı
Kayseri
2. Mektup
Değerli Saadet Hanım,
Gündüz Artan Bey’in Gülnar Ortaokulu’nda öğretmenimiz ve müdürümüz olduğu dönem, benim hayata bağlanmamın ve yaşam sevgisini kazanmamın dönüm noktası olduğu günlerdir.
Şöyle ki, ortaokul yıllarımda (ilkokul da dahil) belimde kaza sonucu oluşan sakatlıktan dolayı tam yürüyemiyordum. Ellerimle dizlerime çökerek ve kollarımdan destek alarak yürüyebiliyordum. Kapıdan gövdemden önce başım girerdi. Ortaokul sonrası gördüğüm tedaviler sonucu bu günkü durumdayım. Bu nedenle değineceğim konular hayatımdan birer kesittir.
Köseçobanlı Köyü İlkokulu’ndan Gülnar Ortaokulu’na geldiğim ay; matematik dersimize gelen ve babamın da yakın ahbabı olan Orman İşletme Müdürü Merhum Hamit Altaç Bey bizi, iki günde bir Anamur postası ile tek gazete bayisi Mehmet Ali Gökulu’ya gelen, Akbaba Dergisi, Akşam Gazetesi ve Dünya Gazetesi’ne abone ettirmişti. Kardeşim İlyas’la benim sadece resimleri ve altlarındaki yazıları dikkatimizi çekiyordu.
Bir gün Gündüz ARTAN öğretmenim sınıfta, kimlerin evinde Dünya Gazetesi var, diye sordu. Sadece kaymakam beyin oğlu Vefa ile ikimiz parmak kaldırdık. Öğretmenim bana, “ Can, sen Dünya Gazetesi’nin başmakalesini okuyacaksın, yarın gazeteyi sınıfa getireceksin, sınıfta tartışacağız,” dedi.
Eve gidince gazetenin birinci sayfasındaki başmakaleyi okudum. Gazeteyi de çantama koydum.
İkinci günü sınıfta öğretmenim, okuduğun makaleyi anlat bakalım, dedi. Elimi sıraya dayayarak ayağa kalkabiliyorum. Kalktım ve üç, dört kelime bir şey anlattım. “Bitti mi?”dedi. “Bitti,” dedim. “Çıkar gazeteyi yeniden oku,” dedi. Sesli olarak birinci sayfayı yeniden okudum. Yine sordu, “ Bitti mi? diye. “ Evet,” dedim. Sınıfın yarısından fazlası yüksek sesle alaylı bir şekilde gülüştüler.
Niçin güldüler biliyor musunuz? Çünkü, ben gazetenin, birinci sayfasındaki yazının devamının olduğunu ve nasıl bulunduğunu bilmiyordum.
Öğretmenim bana bunu o anda öğretti ve sınıfa, “Bu koşullarda evinde gazeteyi bulundurabilen Mehmet Ali Can, hayatta elde edeceği başarılarla sizleri mahcup edecektir, ona güveniyorum,” dedi.
Unutamadığım ikinci anım, okulumuzun hizmetlisi Süleyman Efendi’yi yanına alarak köyden gelen ve yalnız oturan öğrencilerinin evlerini kontrol ederdi.
Bir gece, Silifke Caddesi’nde şimdi mülkiyeti merhum Öğretmen Mehmet Yıldırım’ın varislerine ait kendi evimizde; yine kiracımız ve okul arkadaşımız Konur Köyü’nden üç öğrenci, Müftü Yusuf Aydın Amca’nın oğlu sınıf arkadaşımız Celal Aydın, Kardeşim İlyas ve ben, ders çalışma yok, sohbet edip oyun oynuyoruz.
Pencere camından bir el lambası ışığı birkaç defa yanıp söndürüldü. Yarım yamalak bir perde var, dışarıdan içerisi fevkalade gözlenebiliyor. Biz, Süleyman Efendi’nin işaretini anlayamadık. O bizi uyarıyormuş.
Bir iki dakika sonra kapı çalındı, açtık bir baktık ki, karşımızda okul müdürümüz Gündüz Öğretmenimiz.
Ayaküstü çok şeyler söyledi; fakat o korku ve heyecanla hiçbirisi aklımda kalmadı. Yalnız, şahsımla ilgili şu cümleyi unutmam hiç mümkün değil.“Bunların hepsi okuyamazlarsa köylerine döner, yine en azından çoban olurlar. Fakat okuyamazsan sen, ne yapacaksın?”
Kısacası bana öz Türkçe’yi ve akıcı konuşmayı öğreten başta Gündüz öğretmenimle birlikte; ilkokuldan yükseköğrenime kadar emeği geçen tüm öğretmenlerime şükran borçluyum.
Mehmet Ali CAN
PTT Mersin Emekli Müdürü
Mali Müşavir
Mersin