DOST KİTAPLARIN ÇEKTİĞİ – ÇEKTİRDİĞİ
|Kitaplardan, onların içeriğinden, ülkemizi yönetenler hep korkmuştur nedense. Kimi zaman siyasal, dinsel, ahlaksal söylemi nedeniyle toplum tarafından okunması engellenmiş, onlara yasaklar uygulana gelmiştir.
Pir Sultan, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin ve daha nicesi söylediklerinden ya da yazdıklarından dolayı yargılanmış; topluma öcü gibi gösterilmiş, kitapları yasaklı olmuştur.
Urfa Kız İlköğretmen Okulu öğrencisi olduğum yıllarda öğretmenlerimiz, özellikle Türkçe Öğretmenimiz Necati Öğüt bizi şiirle buluşturmuş, bu sanatı bize sevdirmişti. Pek çok şiiri ezbere ve çok güzel okurdu. Şairini bilmeden, Nâzım Hikmet’in dizelerini ilk kez ondan duymuş ve çoğunu ezberlemiştik. Yıllar sonra Ankara Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfında okuduğumuz pek çok şiirin N. Hikmet’e ait olduğunu ancak öğrenmiştik. O yıllarda vatan haini (!) bir şairin adını anmak, hele okulda ondan söz etmek her babayiğidin harcı değildi. Değerli öğretmenimiz, şairinin adını anmadan yüreklilik gösterip bizlerin belleğine nakşetmişti usta ozanı.
1972 yılında sıkıyönetimin sert rüzgârının herkesi üşüttüğü günlerde eşim Ali ile çiçeği burnunda evli Adana’dan Elazığ’a gidiyorduk. Yolda durdurulan otobüsümüzde kimlik kontrolü yapıldıktan sonra erkek yolcular aşağı indirilmişti. Görevli subay, bagajdaki bavullardan gelişigüzel seçtiğini açtırıyor; ekibiyle kontrol ediyorlardı. Bavullarımızdan biri kitap doluydu. İçinde onlara göre sakıncalılar da vardı. Şansa bakın ki, sözünü ettiğim bavul açtırılmıştı. Ben, otobüsün penceresinden korku ve endişeyle bakıyor, sonucu merakla bekliyordum. Nasıl oldu anlayamadım, bavul kapatıldı ve hiçbir işlem yapılmadı. Ya görevli subay anlayışlı biriydi; ya da bavuldaki yasaklı kitapların farkına varamamışlardı.
12 Eylül 1980 kasırgasında Gülnar’daydık. İhbar yapılan evler didik didik aranmaya baÅŸlanmıştı. Herkes tetikte piyangonun hangi gün, kime vuracağını beklemekteydi. Kitaplarımızı önce evimizde saklama yöntemi uygulamış; daha sonra pek çoÄŸunu gözyaşı içinde termosifonda yakıp ailece banyo yapmıştık. ÖğrenciliÄŸimiz sırasında harçlıklarımızdan kuruÅŸ kuruÅŸ biriktirerek satın aldığımız sevgili kitaplarımızla ısınan su içimizi yakmıştı; ÅŸair ve yazarlarının emeÄŸi bir çırpıda küle dönmüştü. O fırtınalı günlerde birçok arkadaşımız bahçe ya da tarlalarına gömmüşlerdi kitaplarını. Hatta üstüne beton dökenler bile olmuÅŸtu. Yıllar yıllar sonra ülkenin pek çok yöresinde yapılacak kazılarda topraktan çıkarılan yıpranmış sayfalar, 12 Eylül’ü, yeni dönemin insanlarına hatırlatacaktır. Zaten o günlerde televizyondaki haberlerde, yakalananların evlerinde, bürolarında ele geçirilen silahların yanı sıra kitaplar da suç kanıtı olarak gösteriliyor; gazetelerde haber böyle yayımlanıyordu. TRT arÅŸiv depolarındaki sakıncalı (!) filmler de yakılmıştı ya… Gerçi günümüzde de bir nedenle arama yapılan yerlerde basılmamış kitaplara bile el konuluyor terör baÄŸlantısını kurmak için sanırım. O yıllarda da ÅŸimdi de ‘cıs’ olan kitaplarla yakalananın vay haline…
1990’li yıllarda Gülnar Lisesinde öğrencilerimle, Güngör Dilmen’in Deli Dumrul adlı tiyatro yapıtını sahneye koymak için çalışmaktaydık. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden bir uyarı aldık. Oyundaki şimdi anımsayamadığım bazı sözcüklerin manevi değerlerimize ters düştüğünden oyundan çıkarılması bildirilmişti. Öğrenciler rollerini ezberlemişken bunu yapmamız çok zordu. Bu tepeden inmeci yasak, yazara yapılan en büyük saygısızlıktı. Öğrencilere emri ilettikten sonra onlara rollerini ezberledikleri gibi oynamalarını söyledim. Öyle de yaptık.
1995 yılında 10 Kasım Atatürk’ü anma programı için Çağdaş Türk Dili Dergisi’nden şimdi adını anımsayamadığım uzun bir şiiri seçmiş; okumaları için öğrencilerimi görevlendirmiştim. Yine bir son dakika golü gelmişti İlçe Milli Eğitim Müdüründen. Şiirin iki ayrı dizesindeki ‘Tanrı’ sözcüğü ‘Allah’ ile değiştirilmeliymiş! 10 Kasım töreninde öğrencilerim önceden ezberledikleri biçimiyle şiiri okumuşlardı. Her iki olay için de savunmam çok net olmuştu; öğrencilerim ezberlediklerini değiştiremediler.
Şiir, oyun ve kitaplardaki sözcüklerden, anlatılanlardan bu denli korku neden?
Son günlerde de Muzaffer İzgü’nün, Zıkkımın Kökü adlı kitabını ödev veren öğretmene soruşturma açıldığını haberlerden öğreniyoruz. John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar, José Mauro de Vasconcelos’un Şeker Portakalı adlı kitaplarının da yasaklılar listesinde yer alması öneriliyor. Bu liste kime ve neye göre hazırlanıyor acaba?
Kitapların yasaklanmasından başka kitap ya da şiir içeriğinde de değerli (!) yöneticilerimizin bakışı ve dünya görüşüne göre değiştirmeler, oynamalar yapılmakta.
Talim Terbiye Kurulu Cahit Külebi, Pir Sultan Abdal, Oktay Rıfat, Ataol Behramoğlu gibi şairlerin ders kitaplarındaki şiirlerini makaslayacak kadar işi ileriye götürmüş. Dahası, Yunus Emre’nin,
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana seni gerek seni
dörtlüğünü makaslama cüretini de göstermiş.
Varın siz görün halimizi! (İçel Sanat Kulübü, Ocak-Şubat-Mart 2013, S: 196, s: 15-16).