CUMHURİYET VE EĞİTİM
|“Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
– Benim Ahmet’im’i gördünüz mü? diyor.
Hangi Ahmet’i? Yüz bin Ahmet’in hangisini?
Yırtık basmanın altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun İstanbul yolunun aksini gösteriyor.
Bu tarafa Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı?
Ahmet’ini buz mu, kum mu, iskorpit yarası mı yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmet’ini görsen, onu da benim kadar yabancı bulacaksın. Gözünün ışığı sönmüş, çukur yanağı kemiğe batmış, omzu göçmüş. Ona da soracaksın:
– Ahmeti’mi gördün mü?
Hayır… Hiçbirimiz Ahmet’ini görmedik. Fakat Ahmet’in her şeyi gördü.” (Falih Rıfkı ATAY-Zeytindağı’ndan)
Atalarımızın ülkeyi emperyalizmin tuzağından kurtarmak ve cumhuriyet yönetimini getirmek için yaşadıklarından küçük bir kesit.
Bunlara tanık olan bu kuşak, Ata’ya devrimlerine gönülden inanmış. Ona ilkelerine bağlı, yoktan var olan ülkenin koşullarını çok iyi bilen, değişimi, gelişmeyi gözleyen bu kuşak, ülkede çeşitli alanlarda gördüğünü yapmaya başladı; öğretmen, yönetici, esnaf, çiftçi…
Öğretmendiler, bağımsızlığın, cumhuriyetin ne olduğunu yüreklerinde duyarak girerlerdi sınıflara.
Sanatçıydılar, yüreklerindeki özgürlük ateşini sözcüklere, renklere, seslere, davranışlara yansıtırlardı. Yöneticiydiler, dürüst, ne yaptığını bilen, ülkesini seven. Esnaftılar, savurganlığa kaçmadan hünerli elleriyle işleyen. Çiftçiydiler yurdun efendisi. 75 yıl içinde onarı birer birer yitirdik, büyük devrimciyi yitirdiğimiz gibi… Onlar cehennemi yaşamıştı; yavrusunu, eşini, her şeyini vermişti bu vatan için, bağımsızlık uğruna. Onlar gibi olamadık, biz onların yerini alamadık. Yıllardan beri uyguladığımız eğitim politikası ile gerçekleri öğretemedik genç kuşaklara ne yazık ki…
Bağımsızlık kazanılıp 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra her şey halk için ilkesiyle çıktığımız yolda amacımızı unuttuk.
10. Yıl Söylevi’nde büyük Atatürk’ün sesine yansıyan kurtuluş destanını yüreğinde duyan, başarmanın utkusuyla mutlu olan ve ulusunu çok seven bir devrimcinin inancı değil midir?
Cumhuriyetin aydınlık çocuklarına bu inanç dolu bağımsızlık ve kurtuluş destanının, devrimlerin coşkusunu tam olarak aktaramadık.
Ders kitaplarında bu konuları soyut, sevimsiz, kuru, yavan anlatımla işledik. Canlı, yaşam kokan anılar, alıntılarla tarihimizin mazlum uluslara da önderlik yapan efsanesini belleklerde daha kalıcı, akıcı bir dil ile verebilirdik. Hem de bunları Atatürk adını dilimize dolaya dolaya, okullarda sevimsiz Atatürk köşeleri düzenleyerek yaptık ne yazık ki… Ulusal bayramlarımızı bile ruhsuz, içi boş, göstermelik törenler haline dönüştürdük.
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” diyen büyük Ata, gençliğin temel görevinin bağımsızlığımızı ve halk yönetimi olan cumhuriyetimizi sonsuza değin koruma ve savunma olduğunu söylemişti.
Oysa biz, kendine güvenen, sorumluluklarının bilincinde, kendi yeteneklerini tanıyan, özgür bireyleri yetiştiremedik.
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) yasasını görmezden gelip pası olanın ayrıcalıklı öğrenim yaptığı, yoksul olanın öğreniminin zorlaştığı bir döneme geldik. Bir haftada ortaokul, lise diplomasının satıldığı, haklıların hak arama yolunda yalnız bırakıldığı, tüketim ekonomisinin pervasızca uygulandığı, kısa yoldan zengin olma, köşe dönme planlarının yapıldığı bir ülke konumuna geldik.
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tam eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, aklın ve bilimi rehber edindiğimizi tasdik edecektir.
………..
Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse; manevi mirasçılarım olurlar.”
Atatürk’ün de dediği gibi rehberi akıl ve bilim olması gereken Cumhuriyet çocukları körpecik yaşında tarikatların tuzağına düşürüldü göz göre göre.
Gelişmiş birçok Avrupa ülkesinden önce özgürleşen, çağdaş kimlik kazanan Cumhuriyet kızlarının yeniden ortaçağ karanlığına sürüklenmesi, ikinci sınıf varlık olması yolunda çalışmalar hız kazandı. Genç kızlarımızın başlarındaki örtü ile tüm yaşamlarını, bir sınır, çerçeveye almalarına izin verildi. Üstelik tüm bunlar, demokrat olmayanların, cumhuriyet nimetlerinden yararlanarak demokratlık, insan hakları savunuları ile yapıldı.
“Cumhuriyet erdem ve ahlaka dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayalı olduğu için korkak, alçak, tembel, rezil insanlar yetiştirir.”
Ata’nın da dediği gibi sorumluluk bilinci gelişmiş, sorunlarını çözebilen, ayakları üzerinde durabilen, savurganlık ve gösterişten uzak, kul değil birey olan, geçmişini özümsemiş, geleceğe güvenle bakan ve bilimin aydınlık yolunda ilerleyen, özgür, umutlu gençler, cumhuriyetin bekçisi olacağına göre bu amaca yönelik eğitim vermemiz gerekmez mi?
(Dostluğun Sesi Anlam Mersin Üniversitesi Gülnar Meslek Yüksekokulu Öğrenci Bülteni, 75. Yıl Cumhuriyet Özel Sayısı, Sayı: 22, Sayfa: 10-11 Ekim 1998)